Pages

30 Haziran 2012 Cumartesi

Valie Export-Genital Panic

Sanatta çığır açan faaliyetlerin ve öğrenci, halk, kadın hareketlerinin ardı ardına patladığı adeta aktığı bir dönemde valie export takma isimli feminist avusturyalı sanatçı bir anda herkesi şoke eden çalışmasını meydana çıkartmıştır.

benim bu çalışmaya karşın çıkardığım kısa bir okuma şu şekildedir:

pantolon

Türkiye'deki adıyla 3 film birden gösterimi yapan bir film merkezine giden valie export bu resimde gördüğünüz haliyle vajinasını açıkta bırakarak giydiği pantolonuyla kadın bedenini kapitalizme hapsedenlere inat bugünkü femen kadınlarının aktivizm ilkelerini çağrıştırır nitelikte bir eylem atağına girişmiştir. "gizli olma, aslı burada!" parolasıyla hedefini yola koyan export; erotizm, pornografi adı altında sürekli seksi gizli olmaya iten dürtünün vermek istediği alt mesaj: kadın bedeninin saklanılması gereken, gösterilmemesi gereken kodlar silsilesi olarak ortaya koyan anlayışa karşı, kadın bedeni kapitalizme, erkek egemen zihniyetinin ucuz seks politikasına egemen edilemez demiştir. ve en "korkulan" tarafı olan vajinasını serbest bir şekilde yadırgamadığım yegane organım, amım dercesine herkesin gözlerine açmıştır.

tüfek

Tüfekle anlamlandırmaya çalıştığı kavram ise şiddeti kadına yönelik bir baskı aracı olarak her fırsatta kullanan eril dilin hegemonyasına karşı, alın bu sefer liderlik sultanızı sizin silahınızla yıkmaya geldim. "hegemon"un yunanca manası olan "lider"in anlamını yerle bir ederek; silahın, tankın, tüfeğin anlamsızlığına karşı en safi olması gereken dil beden dilidir. çünkü yasaklı bir nesne gibi gösterdiniz şimdiye kadar, o halde, yasaklara karşı konuşan susmayan şey bedenimdir, yani vajinamdır, amımdır demiştir.

yapıbozum süreçlerinde bu adımıyla çığır açmıştır.
Enhanced by Zemanta

Semiotics Of The Kitchen, mutfak emekçiliği



Brooklyn’li martha rosler'ın semiotics of the kitchen adlı video yaratısı. kadına resmen mutfak emekçisi muamelesi çeken zihniyeti kendi kabilinde eleştirir martha rosler. ücretsiz emek sömürüsü sınıf siyaseti paralelinde bakılmamalıdır, aksine cinsiyet-iş rollerinin birebir sorgulanacağı alandır...

ayrıntısı:

feminist sanatta bir kilometre taşı olan ve rosler’in ifadesiyle “bir julia child karşıtının, araç gereçlerin evcilleştirilmiş ‘anlam’larını bir öfke ve hüsran sözlüğüyle değiştirdiği” semiotics of the kitchen [mutfağın semiyotiği] (1975), kent dışı orta sınıf yaşamındaki bir evin mutfağını yansıtır.

sabit bir kamera, mutfaktaki bir kadına odaklanmıştır. rosler, her adımda farklı bir mutfak aletini kullanarak, harf harf bir mutfak terimleri sözlüğünü takip eder. her harfteki mutfak aletini absürt jestlerle tanıtarak verili anlamları sorgular ve farklı anlamların ortaya çıkmasını sağlar.

rosler’in, hayali içeriği televizyon “kutu”sundan dışarı attığı ya da fırlattığı birtakım jestlerinin arka planında ise, işi aslında bir televizyon ekranında gösterme tasarısı vardır.
Enhanced by Zemanta

28 Haziran 2012 Perşembe

Ece Ayhan: Umutsuzlar Merdiveninde oturan 128 Nilgün Marmara


'' önce, nilgün marmara’yı herkesinki gibi değil de kendine özgü ve çok değişik morumsu renkte bir giysiyle, bir öğrenci olarak düşündüğümü söyleyeceğim. ama derslere pek girmeyen ve umutsuzlar merdiveni’nde oturmayı seçen çok tuhaf bir öğrenci; daha doğrusu benzersiz bir öğrenci olarak düşündüğümü söyleyeceğim. sırası belki önlerdedir ama kendisi en arkalarda bulunmayı sever. her zaman da sınıfı geçmiştir. ve sanki aynı sınıftayız ve belki de aynı sıradayız. nilgün marmara ile 1987 ekim’inin 13’ünde, kendisi daha 28-29 yaşında gencecikken istanbul’da, kızıltoprak’ta, en ufak bir çığlık bile atmadan korkunç ölümünden sonra da! herhangi bir ikirciğe düşmeden, hiç çekinmeden şunu diyorum; “bir teneffüs daha yaşasaydı tabiattan tahtaya kalkacaktı.” o nedenle de yazımın başlığını şiirdeki gibi “128 nilgün marmara!” koydum. hatta kendisine “aldırma nilgün marmara!” bile demiştim ölümünün hemen ardından yazdığım bir yazıda. öyle güzel ve öyle yetkin bir şairdir ki nilgün marmara; kimi insanların, yine işin özünü filan bilmeden, küplere nasıl bineceği beni artık hiç ilgilendirmiyor! başka türlüsünü yapamazdım ve başka türlüsü de elimden gelmezdi zaten. sivil şairlerden ünlü ilhan berk, nilgün marmara’ya bodrum’dan kızıltoprak’a yazdığında hep “büyük nilgün” diye yazardı kartlarında ya da mektuplarında. nilgün marmara’yı edebiyat arastasına ya da şiir çevresine ilhan berk tanıtmıştı. yine sivil şairlerden gerçekten de ilginç ve özgün cemal süreya da nilgün marmara’ya, amerikan yazarı scott fitzgerald’ın çılgın karısının adı olan “zelda” derdi. cemal süreya’nın 1991’de yayımlanan “999. gün; üstü kalsın” günceler kitabında da nilgün marmara, zaman zaman, “zelda” diye anılır. amerikan caz çağını çağrıştıran bir kullanıştır bu... nilgün marmara gibi güzel, hem de çok güzel, garip ve ilginç bir şairin yampiri ve yamuk dünyada, bir bakıma, kısacık bir ömrü oldu. hani büyük kanatları yüzünden uçamayan albatros deniz kuşu gibi! nilgün marmara, sözlüklere ve ansiklopedilere yazılırsa, 13 şubat 1958’de istanbul’da, kadıköy’de doğdu. 13 ekim 1987’de yine istanbul’da, kızıltoprak’ta öldü. o kadar ya da bu kadar. kadıköy maarif koleji’nde okuyuşu, boğaziçi üniversitesi ingiliz filolojisi’ni bitirişi ve öğrenimini bitirirken seçtiği tezinin, intiharı yeğlemiş sylvia plath üzerine olması. bu kör bir rastlantı mıdır bilemeyiz? hani denizin, özellikle de ege’de denizin derin yerleriyle sığ yerleri arasında açıklanamaz ve değişik bir mavilik vardır. evet, işte nilgün marmara’nın gözleri de öyle bir renkteydi. resim boyası satan kırtasiyecilerde bile böyle bir maviliğe rastlayamazsınız. velhasıl nilgün marmara gerçekten kusursuz denenebilecek bir güzellikte, “marjinal” de denebilecek ve sahicilikte eşsiz önemde bir şairdi. ve gittiği libya’da da (tobruk) şiirler ve metinler yazdı. libya’dan sonra uçtuğu avusturya’da, alpler’de doğrusu ya şiirler yazıp yazmadığını bilmiyoruz şimdilik. ama şiirin şu ya da bu biçimde peşini hiç bırakmadığını ben biliyorum. gerek dünya, gerek türk şiiri açısından. hayatının son yıllarında; ilhan berk’i, fazıl hüsnü dağlarca’yı, cihat burak’ı, turgut uyar’ı, edip cansever’i ve özellikle de cemal süreya’yı kişisel olarak tanımıştı. şairlerle hep şiirden ve şiirlerden hep konuşurdu. yeni şairlerden seyhan erözçelik, orhan alkaya, lale müldür, günseli inal, cezmi ersöz, turgay özen, mustafa irgat... arkadaşlarıydı. kendisini, özellikle anglo sakson şiirinde de sıkı yetiştirmiş olduğu konuşmalarında belli oluyordu. ölümünden sonra, sylvia plath’dan birkaç şiir çevirisi çıkmıştır çeşitli dergilerde. ölümünden az önce ‘beyaz’ ve ‘şiir atı’ dergilerinde birkaç şiiri de yayımlamıştı. belki de kendisi ile yaptığım bir söyleşinin bir bölümünü gösteri dergisinde yayımlamıştım. “daktiloya çekilmiş şiirler” 1988’de ve “metinler” adlı düz şiirlerini içeren kitabı da 1990’da şiir atı yayıncılık tarafından yayımlanmıştı. ve her iki kitap da hemen tükenmişti. şimdi artık gençler, kendine âşık uzamış yeni panco’lar bile nilgün marmara’yı erişilemez bir “mit”,unutulmaz bir simge ya da (türkçe söylersek) bir “söylence” olarak çılgınca ve gerçekten de seviyorlar.''
Enhanced by Zemanta